The Witcher 3’ü nihayet bitirdim

Yazıya minik bir itirafla başlamak istiyorum. The Witcher evrenine çok hakim olduğumu söyleyemem. İlk iki Witcher oyununu oynamadım. Hatta o dönem bilgisayarımın pek yeterli olmadığı için ikinci oyunu birkaç kez oynama denemem sonuçsuz kalmıştı. Dolayısıyla The Witcher 3’ten beklentim de ilk duyurulduğunda yoktu. Sonra bir hype yaratıldı. Büyüdü, büyüdü… Beni bile etkisi altına aldı. İyi ki de aldı! 

The Witcher 3 için 2015 yılında resmen gün sayar hale gelmiştim. Çıktığı gibi aldım, oynamaya başladım. 5 sene öncesini net hatırlamak kolay değil ama, her oynadığım dakika, her karşılaştığım düşmanda oyuna giderek hayran olduğumu hatırlıyorum. Oynanışı, grafikleri, atmosferi, hikayesi, derinliği. Hepsi istisnasız mükemmeldi. Mükemmel olmayan bir şeyleri varsa da zaten onlar da mükemmele yakın olanlardı.

Oyunu bitirdikten sonraki sembollik kutlamam 😛

O dönem yoğun bir oynama dönemi sonrasında oyunda epey ilerlemiştim. Fakat artık araya giren başka oyunlar, o sıralar bir oyuna çok saat harcamamak istemem, biraz yenilik duygusu derken her gün oyun saatim giderek azaldı. Ardından araya lezzet olsun diye sıkıştırdığım diğer oyunlarla birlikte unutuldu gitti. Sonrasında zaten CD’sini bir arkadaşa verdim derken uzunca bir süre oynayamamıştım. Çok sonra oyuna tekrar erişmeye başladığımda da tuşları fazlasıyla unuttuğum, ilk çıkan düşmandan dayağı yediğim, o kadar işaretler mutajenler vs hiçbirini hatırlamadığım için hep kısa süreli haritaya bakıp çıkıyordum.

Yaklaşık 2017 yılından beri her sene yapılacaklar listemde yer alıyordu The Witcher 3. Hatta 2019 yılı için IGN ile ilgili yazdığım bir yazıda, bu yılki hedeflerim arasında The Witcher 3’ü bitirmek var diye yazmışım. 2019, bu anlamda hedeflerim konusunda pek bir şey yapmadığım bir yıl olarak geçmiş. Askerlik, nişan, düğün vs derken neler yaptığım hala muallak.

2020 yılına aslında hedeflerim anlamında güzel başlamıştım ki karantina dönemi The Witcher 3’ü tekrar önüme getirdi. Hazır evdeyken, geceler rahatça bana kalmışken, hafta sonu dışarı çıkma gibi bir durum yokken neden The Witcher 3’e başlamıyorum ki dedim. Oyunun cd’si, ek paketi için kod vardı falan derken hiç uğramayayım dedim, hazır indirimdeyken The Witcher 3’ün Game of the Year Edition’ını 64 TL’ye satın aldım ve Nisan ayının ilk günlerinde oynamaya başladım.

Velen

2020 yılında The Witcher 3

Şimdi buraya bir ara başlık attım, çünkü bu bir The Witcher 3 incelemesi değil. Oyun hakkında hissettiklerimi yazdığım, 2020 yılında halen oynanılır mı diye düşünenlere tavsiyeler vereceğim bir yazı olmasını istedim.

2020 yılında The Witcher 3 halen oynanır mı? Halen en iyi oyunlardan biri mi sorusu herhalde oynamamış birçok kişinin aklındadır. Bu soruyu rahat cevaplayabilecek bir konumda olduğumu düşünüyorum. Zira uzun girişte de anlattığım gibi asında The Witcher 3’ün o mükemmel etkisini zamanında yaşadım, ama bitiremediğim için de hep yarım kalmıştı. Şimdi ise şartlar biraz farklı. Çünkü aradan geçen 5 yılda birçok harika oyun oynadım. Hatta açık dünya temalı konuşursak; Assassin’s Creed: Origins oynanışıyla, Death Stranding grafikleri ve mekanikleriyle, Red Dead Redemption 2 ise her şeyiyle mükemmel açık dünya temalı oyunlardı. Hepsi de The Witcher 3’ten sonra çıktı, ve hepsini de çok yakın tarihte oynadım. Hatta Red Dead Redemption 2’yi, The Witcher 3’e başlamadan birkaç gün önce bitirmiştim.

Tüm bunlardan sonra The Witcher 3 aslında biraz eksiyle başlıyor. Çünkü grafikler eskimeye başlamış, oynanış halen çok güzel olmasına rağmen diğer oyunlar üzerine çok fazla şey koymuş. Bunlardan sonra tekrar açınca acaba hata mı ettim diye düşünmedim değil. Bir de süpersonik hızlı kamera ayarı var ki ilk başta kontrollere alışamayacağımı düşündürdü.

Siz de Witcher 3’e alışık değilseniz, oyuna başladığınızda ilk işiniz benim gibi kamera ayarlarını kurcalamak olabilir. Kamera hareket hızını epey bir kıstıktan sonra, RDR2 ayarına getirdim.

Oyunu bitirmemin şerefine çizdim 🙂

Yazının bu kısmında 2020 yılında The Witcher 3 oynanır mı sorusunun cevabını ikiye ayırmak istiyorum. İlki genel bir cevap olacak. Bu soruyu soruyorsak aslında bir anlamda ön yargılı yaklaşıyoruz diyebiliriz. Evet, her oyun yıllar içerisinde verdiği hisleri kaybedebilir. Dünyanın en iyi grafiğine sahip bir oyun, 10 yıl sonra bu özelliğini yitirmiş olacaktır. O dönem için mükemmel dövüş sistemi, yıllar içerisinde eskiyecektir. Daha da önemlisi, bir oyunun oyun dünyasına kattığı en büyük yenilik çok kısa süre içerisinde en sıradan haline gelecek, hatta bunu icat eden oyundaki mekanik en dandiği haline gelecektir. Çünkü her güzel mekaniği diğer oyunlar üzerine katarak ilerletecek, geriye dönüldüğünde belki iPhone ile tuşlu telefon arasındaki fark gibi kocaman bir fark oluşacaktır. Örneğin Pulp Fiction’ı yeni izleyen birçok arkadaşımın filmle ilgili çoğu şeyi sıradan bulduklarını biliyorum. Ancak geriye dönüp baktığımızda karışık kurgu akışı, o dönem için çok yeniydi. Tarantino, Amsterdam’da Pulp Fiction’ı yazarken Amerikalı bir gazeteciyle röportaj yapmış ve “bir film yazıyorum ancak biraz deneysel olacak; filmin başrolü filmin başında ölecek ancak ilerleyen sahnelerde farklı zaman dilimleriyle olacak ve hikayeler kesişecek” demişti. O dönem için denenmemiş olan kurgu tekniğiyle ilgili bugün yüzlerce film var.

Gene çok uzattım, demem o ki bunların hepsi bir noktada haklı da olsa ön yargıların sonucu. Nasıl bugün piksellerden yapılma indie/bağımsız oyunları oynuyorsak, eski oyunlar da bunlardan farksız. Her oyuna, istisnasız her oyuna insan çok kısa sürede alışıyor. Kontroller rahat değil mi? Hiç sorun değil, bir saat bilemedin iki saat içerisinde ustası olursun. En eski oyun bile sana en yeni oyunmuş gibi gelir. Alışmak, bulunduğu ortama uyum sağlamak insanın doğasında var. O yüzden eski oyunları oynamaktan çekinmeyin. İlk açtığınızda yüzünüzde oluşan memnuniyetsizlik ifadesi çok kısa sürede keyfe dönüşecek.

Gelelim ikinci cevaba, yani oyun özelindeki cevaba. Evet, The Witcher 3 halen her yönüyle son derece oynanabilir bir oyun. Grafiklerinden atmosferine, oynanışından hikayesine. Zaten hikayeler eskimez. Güzel hikayeler her zaman güzelliklerini yansıtırlar. The Witcher 3 de öyle bir oyun. Oynadıkça bağlıyor, bağladıkça içine daha çok çekiyor sizi. Bu yüzden bitirdiğimde biraz üzülmedim desem yalan olur. Neyse ki daha kupa almak için yapılacak görevler ve ek paketler var.

Witcher 3’e yeni başlayacaklara tavsiyeler:

  • Benim gibi biraz daha ağır kamera seviyorsanız oyunun ayarlarından kamera hızını düşürebilirsiniz.
  • Olabildiğince yan görevler yapın, kontratları tamamlamaya çalışın. Kontratlar genellikle ana hikayeye çok etki etmiyor ancak yan görevler oyunun akışını değiştirebiliyor.
  • Yan görev seçiminde önemli önemsiz ayrımını şu şekilde yapabilirsiniz; eğer ana görev sırasında diyaloglarda bahsedilen konular hemen ardından yan görev olarak listenize eklenirse mutlaka yapın.
  • Olabildiğince baştan gezerek hızlı hareket noktaları açmaya bakın. Bu ilerde çok ama çok işinize yarayacak. Çünkü birçok görev tek yerde geçmiyor, oraya git buraya git şeklinde çok görev var.
  • İşaretlerin kullanımlarını oyunun başında iyice test edip ne işe yaradıklarını iyice anlayın. Genelde hepsini kullanmayacaksınız muhtemelen (her ne kadar farklı yaratık tiplerine etki etseler de) ama yine de arada farklı işaret kullanmak oyuna zevk katıyor. Çok kullandığınız işaretler için geliştirmeleri kıyafetlerinize ekleyebilirsiniz.
  • Her yerdeki kutulardan bir şeyler alabilirsiniz ama şehirdeki muhafızlara, özellikle de kalelerde dikkat edin. Çünkü aslında almıyorsunuz, çalıyorsunuz. Sonra bana olduğu gibi bir dolu muhafız sizi kalede kovalayabilir.
  • Haritanın yönlendirmelerine her zaman güvenmeyin, bazen sizi çıkmaza sokabiliyor. Her zaman haritayı açıp, kendiniz yola göz atın.
  • En önemlisi; oyunda bazı yan görevler ve seçimler oyunun sonunu değiştirebiliyor. Birkaç farklı son var, bu süre sınırlamalı seçimler oyunun kaderini etkileyecek. <Spoiler> ben Ciri’nin imparatoriçe olduğu senaryo ile bitirdim </Spoiler>
  • Mutajen toplayıp geliştirip, doğru yuvalarla atak ve işaret gücünüzü artırabilirsiniz.
  • Yine aynı karakter ekranında genel kategorisinde yiyeceklerin etkisini uzun tutan bir yetenek var. Onu aktif ederseniz ölümsüz gibi bir şey oluyorsunuz. Normalde 5-10 sn etki eden yiyecekler dakikalarca etki ediyor. Topladığım ve harcamadığım belki yüzlerce yiyecek var şu an.
  • Kılıçlara çok aşık olmayın. Sonra benim gibi bırakamıyorsunuz, çok güçlü kılıçları kullanmaya içiniz el vermiyor. Siz bağlanmayın kılıçlara, hangisi daha güçlüyse hemen onu kullanın.
  • Silah ya da zırhta kullandığınız taşları başka silaha kullanmak istiyorsanız sakın “Terfiyi Kaldır” demeyin. Demircilerdeki Sök menüsüne girerek silahı sökün, o zaman taşlar geri inventory’e eklenecek.
  • Meditasyon canı dolduruyor ama silah ve zırh geliştirmesi yaptıysanız onları yok ediyor.
  • Her önüne gelenle aşk yaşamayın. Gerçi Kiera ile yaşayabilirsiniz ama Triss ve Yennefer arasında bence bir seçim yapın. Bu seçim sonda değil, karakterler karşınıza çıktığında olacak.

Gwent ipuçları

Oyunun içindeki ayrı bir kart oyunu olan Gwent’e de birkaç saat harcadım sanırım. Çok zevkli. Bazen yeri geldi yenilmeye doymayan pehlivan gibi uğraştım durdum. Önceki oyunumda mantığını çok sonradan anlamış ama çok da kazanamamıştım. Bu sefer yenilmez bir Gwent oyuncusu haline geldim. İşte birkaç tavsiyem;

  • Gwent toplamda 3 turdan oluşuyor, 2 tur kazanan oyunu kazanıyor.
  • Bazen, hatta çoğu zaman turu isteyerek vermeniz gerekiyor. Mesela casus kartınız varsa bir eli rakibin kazanmasını sağlayabilirsiniz. Ya da elinizde düşük birimli kartlar varsa onları harcayabilirsiniz. Genellikle kaybedeceğiniz bir tur olacak şeklinde düşünün.
  • Kaybetmenin amacı rakibi yormak, elindeki güçlü kartları harcatmak.
  • Oyunu her zaman 3 tur sürecekmiş gibi tasarlayın. İki tur şeklinde kullanırsanız desteyi yorar, rakibin bozgununa uğrarsınız.
  • Oyunda size başta verilen kartlar dışında kart alamayacaksınız. İstisnalar olacak; casus kartı, kart canlandırma, lidere göre kazandığınız tur sonrası ek kart gibi seçenekler olacak. Ama şunu unutmayın; kart destenizde kart biterse bir daha kart alamaz oyunu kaybedersiniz. Akıllıca kullanın.
  • Benim tavsiyem özellikle hancılardan, bazen de tüccarlardan bulduğunuz tüm Gwent kartlarını satın alın. Onlar sayesinde birimleri yüksek kartlar kullanabileceksiniz.
  • Hava şartları kartları destelerde 2’şer tane var, benim tavsiyem birer tane yapın ki deste içine sürekli olarak gelmesin.
  • Hava şartları özel kartlara etki etmiyor.
  • Hancılardan bolca kart aldıktan sonra büyük Gwent oyuncularıyla oynamaya başlayın. Her kazandığınız büyük oyuncu size özel bir kart verecek. Kazandığınız kartları mutlaka desteye sonradan ekleyin, otomatik oyun destesine eklenmiyor.
  • Ben çok nadir 1 birim kart bırakıyorum destemde, genelde başlangıçtaki değiştirme kısmında onları değiştiriyor.
  • Hava şartı kartı 1 tane tutuyorum yine oyun destesinde. Eğer 2 veya daha fazla geldiyse onları değiştirmeye çalışıyorum. Çok işe yarasalar da oyunu kazandıranlar birim kartları.
  • Saldırı gücünü ikiye katlayan boru kartlarını mutlaka bulundurun. Çokça koyun ki destenize düşme ihtimali artsın.
  • Desteden bir kartı diriltecek olan karakter kartınız varsa ilk turda harcamayın. Hatta bu karta güvenerek başka iyi bir kartınızı ilk turda ya da ikinci turda harcayabilirsiniz. Son turda bu kartı kullanıp, önceki turda harcadığınız iyi kartı geri getirebilirsiniz.
  • Bataklık kartı da işe yarıyor. Özellikle ilerleyen bölümlerde çok fazla özel kartı olan rakiple oynadığınızda rakibin bir kartını yok etme hakkı veriyor.

Dizinin katkıları

The Witcher 3 aslında kitaplardan uyarlanma. Daha doğrusu kitapların anlatılarından yola çıkıyor. Ancak ilk The Witcher oyunu, kitaplarda anlatılan hikayelerden sonra geçiyormuş. Dolayısıyla birbirini izleyen üç oyun da bunlardan sonrasını anlatıyor. Yani diziyle arasında büyük bir zaman boşluğu var. Ciri’nin büyük olmasıyla dizideki halinin küçük olması arasındaki fark da bu.

Yine de Netflix uyarlaması olan The Witcher dizisini izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Dizi sonrasında oyuna başladığınızda hikaye biraz daha kafanızda oturuyor. Özellikle bazı diyaloglar artık düz diyalog olmaktan çıkıp birer referans haline geliyorlar.

Örneğin Yennefer ile bir cin aradığımız, ve Geralt’ın dizide gösterilen son dileğinin bozulmasını gösteren bir bölüm var (ilk kitabın adının Son Dilek olması şu an kafamda oturdu resmen, meğer cine referansmış). Keza yine Dandelion’ın az daha sesini kaybedeceği kısım var. Ciri’nin geçmişi hakkında da büyükannesi birkaç diyalogda geçiyor.

Kısacası kitapları okumadığınız bir durumda (ki ben okumadım henüz) oyundan önce diziyi seyretmeniz geçmiş hikaye açısından yararlı olacaktır. Hiç yoktan neden Blaviken Kasabı dendiğini öğrenmiş olursunuz 🙂

Geralt, Ciri, Yennefer, Triss, Zoltan, Dandelion, Lambert ve diğer tüm karakterle bu eşsiz yolculuk için ben teşekkür ederim…

Sonuç

Artık daha fazla uzatmayayım. The Witcher 3’ü bitirerek hem 5 yıldır süren yıllık hedefimden önemli bir adımı tamamlamış oldum, hem de The Witcher 3’ün neden mutlaka oynanması gerektiğini öğrenmiş oldum. Oyun çıkalı 5 sene oldu ama halen fazlasıyla oynanabilir durumda. PlayStation 4 neslinin yavaş yavaş sonuna gelirken, bu neslin en iyi oyunlarından birini oynamadan bitirmeyin derim.

Witcher 3, diziden çok daha güzel müziklere sahip. Tekrar tekrar dinlemelik, cidden muhteşem bir albüm. Şanslısınız ki tamamı Spotify’da bulunuyor. Linkini aşağıya bırakıyorum:

Bu arada daha önce Witcher oynamadım, üçüncü oyundan başlamam saçma değil mi diye düşünmeyin. Sanki ayrı bir oyunmuş gibi hikaye anlatımına sahip. Ancak bilen için de bolca referans var. Kısacası seriye damdan düşer gibi üçüncü oyundan başlayabilirsiniz (benim gibi).

Not: PlayStation 4 Pro’da oyunun grafikleri biraz daha iyi ve görüş mesafesi bir tık fazla. Buradaki DigitalFoundry videosundan da göz atabilirsiniz.

Not 2: The Witcher 3’ün o dönem Collector’s Edition versiyonunu almadığım için çok üzülüyorum ne yalan söyleyeyim. Geralt’ın griffin doğrarkenki çok güzel bir figürü vardı içinde.Kutu açılış videosunu da buraya bırakayım; hayatına uzun zamandır Hollanda’da devam eden Berk Özdemir‘e de selam olsun 🙂

Not 3: IGN döneminde Wargaming etkinliği için Polonya’ya gittiğimizde bir avuç oyun basını ve Seti PR’dan Ayda ile Varşova’yı gezerken CD Projekt RED’in ofisini bulmuştuk. Cumartesi olduğu için ofis kapalıymış. Herkes umudunu kaybedip dönmüşken ben bir umut yansımalı camdan içeri bakarken bir anda otomatik kapı açıldı, kendini CD Projekt’in ofisinde bulmuştum. İçeriden süpürge sesleri gelirken kapıyı açan abi bana kapalı olduklarını söylemişti. Ben de bari fotoğraf çekineyim gideyim demiştim. Hatırlıyorum da hiç söylemedim Türkiye’de basın olduğumu. Ne ayak bu çocuk diye benden bahsetmiş olabilirler sonra 🙂

BONUS: Yazılarını severek takip ettiğim M. İhsan Tatari’nin çabalarıyla Türkçe olarak çıkan Witcher Evreni kitabını da tavsiye ederim. Karantinaya girmeden önce alışveriş listemde ilk sıradaydı, bu yazıyı yazana kadar unutmuşum resmen. Şimdi almanın tam zamanı sanırım.

Total
0
Paylaşım
Benzer İçerikler